x

DİSLEKSİ (Öğrenme Güçlüğü)

Bir Alice Cooper şarkısı aynı zamanda disleksinin tarifi. İsterseniz güzel Türkçemize şarkının çevirisini yapalım ve biraz tuhaf görünse de bu şarkıdan anlamaya çalışalım disleksiyi; Bazen dünyam karmakarışık oluyor.. Ve kelimeleri tersinden görüyorum… Şehre indiğimde dönüş yolumu bulamıyorum, Bazen nesneleri sağdan sola görüyorum… Ve biliyorum bunun hiç de normal olmadığını… Sana rastladığımda sanki duvarlara tosladım… Ve kimse bilmiyor bendeki problemin ne olduğunu… Onlar bende ödem var sanıyor… Bu bir aşk mı? Yoksa disleksi mi? Disleksi.. Disleksi.. Disleksi kelimesi Yunanca ‘dys’ (sağlıksız veya yetersiz) ve ‘lexis’ (kelimeler veya dil)’in yan yana gelmesiyle türemiş ve konuşma, dinleme, okuyup -yazma, muhakemede bulunma ve matematik işlemleri yapma yeteneklerinin elde edilmesi ve kullanılmasında önemli zorluklarla beliren bir öğrenme bozukluğudur. Nitekim en son yap ilan araştırmalarda görülen disleksinin, beynin sol tarafının çalışma bozukluğundan kaynaklanmasına karşın daha çok sözel beceride sorun çıkaran bir rahatsızlık olduğu ve bazı dislektiklerin sayısal yönlerinin normalin daha da üstünde olduğu yönündedir. Öğrenme bozukluğunun son yıllarda en çok kabul gören tanımı 1988 yılında ABD Ulusal Öğrenme Bozukluğu Birleşik Komitesi (NJCLD) tarafından yapılmış olanıdır. Bu tanımda, öğrenme bozukluğu genel bir terim olarak algılanır. Bu bozuklukların bireyin yapısıyla ilgili olduğu ve merkezi sinir sistemindeki işleyiş bozukluğuna bağlı olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca kendini idare etme, sosyal algılama ve sosyal etkileşim sorunları da birlikte görülebilir. Sorunun yaşla birlikte düzelmediğini ve öğrenme bozuklukları ile öğrenme sorunlarının farklı olduğunu da görüyoruz. Bu duruma ek olarak da konuşmada gecikme, dil becerilerinde ve sıralamada hataya düşme, sağ-sol ayrımında bozukluk ile de birlikte görülebilen bir psikiyatrik sorundur. Kesinlikle zekâ düzeyleriyle alakalı değil ve hatta zekâ düzeyleri çok yüksek insanlarında genelde muzdarip olduğu bir bozukluktur ki nedeni de öğrenmek için gerekli olan zihinsel organizasyonun bazı açılardan yeterli olmayışıdır. Aslında disleksi bir hastalık değil aksine zihinsel bir farklılıktır. Cevabına “disleksi” diyebileceğimiz en güzel soru “Çok iyi bir çocuk, çok çalışıyor ama neden yapamıyor?” dur. Öğrenme bozukluğunun ortaya çıkmasının tek bir nedeni yoktur. Gelişimsel nörobiyolojik bir bozukluk olarak tanımlanıyor. Ailevi yönü kuvvetli olmakla beraber çevresel faktörler de neden olabiliyor. Hastalığın ilerlemesine, Fakat hala tam anlamıyla kesin bir neden bulunamaması araştırmaların daha da ileriye gitmesini engelliyor. Disleksinin nedenleri arasında beynin sol yarım küresindeki bazı anormalliklerin ve beyin ön lobundaki konuşma merkezlerindeki sorunların olabileceğinin yanında doğum öncesi annenin geçirebileceği enfeksiyonların, ilaç alımları ve yetersiz beslenmenin; doğum esnasında ya da sonrasında görülen bazı sorunların (zor doğumlar, plasenta-kordon bozuklukları, doğum travmaları, bebeğin doğumdan sonra uzun süre nefessiz kalması, erken doğum, düşük ağırlıklı doğum, annenin hamileliğinde gebelik toksemisi denen rahatsızlığı geçirmesi, bebekte uzayan sarılık gözlenmesi, tekrarlayan kulak iltihapları, menenjit ve kansızlık gibi) da bu duruma eşlik edebildiklerini görebiliyoruz. Ayrıca kesin olmamakla birlikte kalıtsal da olabildiği vurgulanmaktadır. Öğrenme bozukluğunun ortaya çıkma nedeni ne olursa olsun, önemli olan ailelerin ve eğitimcilerin sorunun varlığını kabul edip çözüme yönelmesidir. Ailenin öğretmenle ve bir rehberlikçi ya da psikolog ile birlikte çalışması çocuğun bazı sorunları daha kolay atlatmasını sağlayacaktır. Bu çocukların aileleri doğal olarak diğer anne babalara göre farklı duygular yaşarlar. Kimisi sorunun nedenini dışarıda görür ve çözümü, okul-öğretmen gibi dış etmenleri değiştirmekte arar, kimisi de suçluluk duyar, kızgınlık hisseder. Endişe veren bu durum maalesef anne ve babaları depresyona kadar sürükler. Bunun sonucunda da ufak sayılabilecek bir rahatsızlık daha büyük bir yıkıma sebep olacaktır. Tüm bunlar aslında sorunun varlığını kabul edememeyle ilgili tepkilerdir. Çocuk ve anne-baba açısından en olumlu yaklaşım, anne ve babanın sorunun varlığını kabul ederek, çocuğa yardım yoluna geçebilmesidir. Bunun başlaması demek zaten en zor kısmın halledilmesi demektir ki bu da hem çocuk hem de aile için katedilecek uzun ve kasvetli yolun yarısının tamamlanmasıdır. En uygun ve yeterli yardımın verilebilmesi şansı “Evet, benim çocuğumda öğrenme bozukluğu var” diyebilmeyi yürekten başarmayla artar. Tedavisine gelince, dislektik insanlar normal yolların dışında öğrenme yeteneğine sahiptirler, yani sorun olarak adledilen şey aslında herkesin yaptığı şeyi aynı şekilde yapamamaktır. Sol kulağını sol elinle tutmak yerine sağ elinle tutmaktır belki de. Amerika’da her beş çocuktan birinin dislektik olduğu söylenmektedir. Bu çocuklar için okullarda çeşitli yardımlar uygulanır. Bu yardımların en önemlisi de çocuğa diğerlerinden daha fazla zaman verilmesidir. Aslında çoğu zaman ne ilaca ihtiyacınız vardır ne de doktora, sadece ve sadece çocuk için gerekli ortamı sağlamanız ve ona yeterince zaman vermeniz problemin büyük bir kısmını çözmenizi sağlar. Kesinlikle ve kesinlikle doktor raporu olmadan ilaç kullanmaktan kaçınmalısınız, ne var ki bu ilaçlar Amerika’daki okullarda peynir-ekmek gibi dağıtılıyor. Gelişimsel okuma bozukluğu olarak da tanımlanan disleksiye erkek çocuklarda kızlara oranla 4 kat daha fazla rastlanıyor. Disleksinin görülme sıklığının Amerika’da her 5 çocuktan birinde olmasına karşın Türkiye’de yüzde 8 -10 arasında olduğu kabul ediliyor. Bu Türkiye’deki çocuklarda disleksinin daha az görüldüğünün değil ülkemizde bazı problemlerin görmezden gelindiğinin ya da ihmal edildiğinin bir göstergesidir. Disleksinin en belirgin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz; Yazılı kelimeleri öğrenme ve hatırlamada zorluk, Genellikle solaklık, Gördüklerini hatırlayamama ya da zihinlerinde canlandıramamak, b ve d, p ve q harflerini, 6 ve 9 gibi sayıları ters algılama, Kelimelerdeki harfleri ya da sayıları karışık algılama, Bir cümle ya da fikrin ortasından başlamaya çalışmak Kelimeleri yüksek sesle okumak, ne’yi en; 3’ü E; 12’yi 21 olarak algılamak, Okurken kelime atlamak, “Ayna görüntüsü” denilen şekilde yazabilmek (hem harfler hem de kelimenin bütünü 180 derece tersine çevrilerek sağdan sola doğru yazılabilir, bu yazı aynaya tutulduğunda bildiğimiz yazı gibi görünür) • Hecelerin seslerini karıştırmak ya da sessiz harflerin yerini değiştirmek, Sıklıkla yazım hatası yapmak, Gecikmiş ya da yetersiz konuşma, Konuşurken anlama en uygun kelimeyi seçmede zorluk, Yön (yukarı, aşağı gibi) ve zaman (önce, sonra, dün, yarın gibi) kavramları konusunda sorunlar, • İçinde bulunulan yılı, günü ve mevsimi ayırt edememek, Elleri kullanmada hantallık ve beceriksizlik Okunamayan el yazısı. Dislektik çocukların çoğunda bu sorunların birkaç tanesi vardır ancak yalnızca bir tanesinin var olması bile çocuğun ön eğitim gereksinimi duymasına yeterli olabilir. Dislektik çocuklar okula her diğer normal çocuk gibi başlıyor fakat zaman geçtikçe problemler de belirginleşiyor ve diğer öğrencilerle olan fark ortaya çıkıyor. Özellikle de okumanın önemli bir hale gelmesiyle birlikte (yani birinci sınıfın sonlarına doğru) daha da bir açık kendini gösteriyor. Bu evrede çocuğunuzu bir psikoloğa gösterebilir ve test yaptırabilirsiniz. Unutulmaması gerekilen nokta da ilk olarak problemin tam anlamıyla ne olduğunun belirlenmesidir. Kendilerinde bu farklı özellikleri gören çocuklar aşağılık komplekslerine kapılabilirler. Kimsenin kendisini gerçek anlamda anlayamadığını düşünür ve bu içlerine kapalı yaşamalarına neden olabilir. Bu yüzden de disleksi beraberinde daha farklı psikolojik bozukluklar getirebilir ki bunlardan en yaygın olanı da Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğudur. Bundan başka her yaptığının yanlış olabileceğini düşünerek, bildiği ve doğru yaptığı şeylerden de kuşku duyar hale gelebilirler ve bu noktada da Obsesif Kompulsif Bozukluğunun ortaya çıkmasına şahit olabiliriz. Anne-baba ve öğretmenlerinin kendisini başkaları ile kıyaslaması ve sonuçta kendisinden beklenenleri hemen verememesi nedeniyle öfkelidir. Bu çocuklar, özellikle öğrenme bozukluğunun tanınmadığı toplumlarda okulda ve ailelerinde anlaşılamama sorunu yaşarlar. Okuyamadıkları ya da yazamadıkları için zekâ düzeylerinden kuşku duyulur. Aileler paniğe kapılır, öğretmen öğretememenin sıkıntısını duyar ve giderek büyüyen bir sorunlar yumağıyla çoğunlukla herkes çocuğa yüklenir durur. Tabi bu yüklenme biraz boşadır çünkü çocuğun bu farklı durumuna ilişkin pek bir şey bilinmiyordur. Yalnızca öğretmek vardır fakat ne kara tahtalardan, ne sınıfta ikide bir yerlerinin değiştirilmesine karşın yaşadıkları bocalamalardan ne de öğretmek diye çocuğa yaşatılan streslerden kimsenin maalesef haberi yoktur. Problemi hep karşı tarafta bulmak ne yazık ki adetimizdir! Bu tablonun sergilendiği bir çocuk için bir doktor nörolojik bir olgunlaşmamışlık ya da minimal beyin disfonksiyonu; bir eğitimci öğrenme bozukluğu adlandırmalarını kullanır. Duymak ve bilmek istedikleri şey aslında arkadaşları gibi akıllı olduğu ancak daha yavaş öğrenebildiği ama muhakkak öğrenebildiği gerçeğinin kendisine anlatılmasıdır. Bir takım toplumsal becerileri kazandıkça kendine olan güveni artar. Disleksinin olumlu yönlerinin de varlığından bahsedilebilir. Mesela disleksik çocukların iç görüleri (hastalığın farkındalığı) oldukça yüksektir, çok meraklıdırlar ve çevrelerinin farkındadırlar. Üç boyutlu düşünür ve öyle algılarlar ki bu da oldukça yaratıcı olmalarını sağlar. Yeni yeni değişik projelerle karşınıza çıkmaları gayet normaldir. Bu yetenekler ebeveynler ve okul tarafından bastırılmazlarsa sonuçta iki karakteristik ortaya çıkar: Normal zekâ seviyesinin üstünde olmak, olağan üstü bir yaratıcılık yeteneği ve de disleksiyi birlikte düşündüğümüzde de aklımıza Albert Einstein ve Walt Disney gelecektir. ki onların da dislektik olduklarını biliyoruz. Ancak şu da bir gerçektir ki aslında doğal bir yetenek olan disleksi okul çağında eğer fark edilip düzeltilmezse çocuğun tüm okul yaşantısını olumsuz etkileyen bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Düzeltmekten kastımız ise çocuğun bu yeteneğini bastırmak değil ona seslerle de düşünmeyi öğretip zaman, mekân ve arkadaşlık konularında ki kavramlarını düzenlemek ve kendine uygun çözümler bulmasına yardımcı olarak onu eğitim sistemiyle uyumlu hale getirmektir. Sonuç olarak unutulmaması gereken ve asıl önemli olan insanın kendi kalitesidir. Hastanın kendisiyle barışık yaşayabilmesi sorunun büyük ve zor olan kısmının halledilmesi demektir ki bunu da ne ilaç ne de doktor, hastanın kendisi kadar sağlayabilir.